30.04.2025 12:58:11
USD (Alış - Satış) : 18.84 - 18.89 EUR (Alış - Satış) : 20.12 - 20.21
Zekeriyya ULUDAĞ
28 Şubat 2025 Cuma

BAHARA DOĞRU

BAHARA DOĞRU
Prof. Dr. Zekeriyya Uludağ
Akademik bir çalışmamızda kültür, medeniyet, zihniyet ve eğitim arasında bir ilişkiden söz etmiştik. Bunlara ilave olarak şunu da ilave edelim. Millet, zihniyet ve eğitim arasında doğrudan bir ilişki vardır. Aşağıdaki meşhur alıntımızda ifade edilen unsurlar bir kültürü, kültürle beraber bir medeniyeti oluştururken ortaya çıkan sonuç o toplumu ve o milleti diğerlerinden ayırmaktadır.

Genellikle kabul edilir ki her toplumun kendine has değerleri vardır. Ve o değerler sonuçta bir arada yaşayan bir milleti ortaya çıkarır. Millet kabul ederek yaşattığı bu değerler sayesinde iyi ve kötü günlerinde, sevinçli ve kederli zamanlarında, büyük afetlere düçar olduğu zor anlarda kenetlenerek yaşamayı bilen bir toplumdur. Ve böylece yüksek değerleri daha altta olanlara tercih edebilen fertlerden oluşandır. Bir başka ifade ile diyebiliriz ki; millet bir insan gibi asgari müşterekler açısından maddi değerlerden manevi değerler adına vazgeçebilen böylece insanlık değerlerine yani mutlak olan değerlere ulaşabilen kitlelerdir.

Daha önceki yazılarımızda ifade ettiğimiz kültür ve medeniyet tarifi olan “bilgiyi, imanı, sanatı, ahlakı, örf ve adetleri, ferdin mensup olduğu cemiyetin bir uzvu olması itibarıyla kazandığı itiyatlarını ve bütün diğer maharetlerini ihtiva eden gayet girift bir bütündür.” Bizim sosyologlarımızdan pek çoğu kültürün ana unsurunun dil ve gelenek olduğunu ve böylece kültürü milli hale getirdiklerini söylerler. Bu düşünce kabul edilebilir. Ancak merkezden uzaklaşıldıkça ve dil üzerinde çeşitli uygulamalar ortaya çıktıkça kısacası dil kültürden soyutlandıkça geriye ne kalacaktır. Dolayasıyla kültürü ve medeniyeti inşa edecek unsurları birbirinden koparmadan bütüncül bir zihniyeti oluşturmak ve oradan millet kavramına ulaşmak gerektiğine inanıyorum. Türk Milletinin, binlerce yıllık bir hayatın özü olan bu anlayış ve kabuller ile bugünlere kadar geldiğini ve adını kültür ve medeniyet kurucu olarak tarihe yazdırdığını göstermektedir.

Bahar Türk toplumunun hayatında daima yeni bir başlangıcı, bir dirilişi hatırlatır. Sertliğin ve yok oluşun karşısında merhameti ve uyanışı sembolize eder. Tabiatın uyanışı ile insanımızın damarlarındaki duygu seli adeta aynı zamanlarda harekete geçer. Kaldı ki milletimiz yüzyıllara baliğ olan süreçte insani anlamda dostluğun, vefanın, kıymet bilmenin en güzel örneklerini verirken milletin oluşturduğu devletin, hukukun üstünlüğü ve adalete olan bağlılığı asla tartışılmaz ve tartışma konusu bile yapılmamıştır. Devletlerin duygusu ve ahlakı olmaz diyenlere karşılık emperyalist devletlerin aksine daima ezilmişlerin, sömürülenlerin, yardıma muhtaçların yanında olmuş insana has bir durum olan merhamet duygusunu asla unutmamıştır.

XX- XXI. yüzyıl Batı medeniyetinin bilimde, sanayide, ekonomide ve teknolojide güçlendiği dönemin adıdır. Ancak bu güç asla insani değerlere dayanmamış, tam aksine güçlü olan ayakta kalır düşüncesiyle önüne gelen her şeyi doymak bilmez iştihasıyla sömürme yoluna gitmiştir. Bunu yaparken Batının güçlü devletleri dillere pelesenk olmuş olan demokrasi ve insan hakları götürme vaveylasını dillerinden hiç düşürmemişlerdir. Son yüzyılda Doğu Türkistan’da, Irak’ta, Suriye’de Filistin’de Gazze’de, Afrika’nın çeşitle ülkelerinde, Kırım’da Arakan’da, Karabağ’da, Saray-Bosna’da meydana gelen daha doğru ifade ile oluşturulan savaşlar, ölümler, katliamlar; kan ve gözyaşı, dağılan aileler, hayatlarını kaybeden insanlar, yetim ve öksüz kalan çocuklar, kısacası masum insanların kanları ile boyanmış bir dünya manzarası ortaya çıkmıştır.

Dünya bu hızla giderse kendi sonunu hazırlamaktadır. İnsanlık diye bildiğimiz kavramlar rafa kalkmış görünmektedir. Güçlü devletler kendi halklarını sömürü sistemine doğru sürüklemektedir. İnsanlığın yeni bir doğuşa, yeni bir dirilişe, yeni bir zihniyete ihtiyacı vardır. İnsanlık akıl ile imanın, zihin ile gönlün birleştiği bir ruha, ilimle irfanın birlikteliğine, Türk’ün cesareti ile İslam’ın adalet ve merhametine ihtiyacı vardır.
Yukarıda da ifade ettiğim gibi bahar, zaman olarak yeni bir mevsime geçiş iken hayata kattığı heyecan ile bir doğuşu, dirilişi, yumuşamayı simgeler. İnsan merhametinin tabiata ve diğer canlılara yöneldiği zaman dilimidir. Cemrelerden, bahar bayramlarına, Hıdırellez günlerinden gün dönümlerine bir yumuşamanın ve bereket günlerinin yoğunlaştığı dönemlerdir.

Bu geleneksel kabuller ile kültürün unsurları birleşerek bir milletin hayat damarlarını oluşturmaktadır. Toplum olarak kutladığımız bu geleneklerimiz milli ve dini bayramlarla adeta ete kemiğe bürünmektedir. Ortaya çıkan tarih şuuru bizi biz yaparken mazi ile ati arasında milletin hayat damarlarını oluşturmaktadır. Milletimizin gönlünde var olan yardımlaşma hisleri Allah’ın rahmet ve mağfiret sıfatlarıyla donanarak zorda kalanlara adeta sel olarak akmaya başlamaktadır. İşte böylesi bir zamanı yaşayacağımız günlere, kültürümüzün yoğunlaştığı zamanlara yani Ramazan-ı Şerife yaklaşıyoruz. Allah’ın Müslümanlara oruç tutmayı farz kıldığı günlerin bütün dünyada kaybolan insani değerlerimizin hatırlanmasında ve yaşanmasında bize rehberlik edeceğini düşünüyorum. Kendi insanlarımız arasında sevginin ve saygının artmasına, düşmanlıkların, haset ve kinlerin ortadan kalkmasına vesile olacağına inanıyorum. Çünkü o, rahmettir, mağfirettir, berekettir, nezaket ve nezahettir. Saygı ve sevgi, dostluk ve kardeşliktir. Barıştır ve mutlak özgürlüktür. Maddeden kurtulmak ilahi olana yönelmektir, bağlanmaktır. Dünyanın çeşitli bölgelerinde yardım bekleyenlere dostluk ellerimizi uzatmaktır. Yanıbaşımızda aç yatanları düşünmektir.

Ümit ederim ki Allah bu güzel günlerde bizi birbirimize dost ve kardeş kılar. Millet olarak nefsi arzularımızdan kurtulmuş olarak birbirimize yeniden sarılmamızı sağlar.

Ramazan-ı Şerifimiz mübarek olsun.


Tüm yazarlar için tıklayın

YAZARLAR

Tamamı