12.05.2024 15:15:24
USD (Alış - Satış) : 18.84 - 18.89 EUR (Alış - Satış) : 20.12 - 20.21
Yasin ŞEN
15 Mayıs 2021 Cumartesi

YUNUS EMRE VE TÜRKÇE YILI MÜNASEBETİYLE BAZI DÜŞÜNCELER

YUNUS EMRE VE TÜRKÇE YILI
MÜNASEBETİYLE BAZI DÜŞÜNCELER
Yunus Emre, vefatının 700. yılına tesadüf etmesi sebebiyle UNESCO’nun 2021 yılı içerisindeki anma programları kapsamına alınmıştı. Bu yıl ayrıca Cumhurbaşkanlığımız tarafından “Yunus Emre ve Türkçe” yılı olarak ilan edildi. Bu münasebetle Yunus Emre ve Türkçe konularında ülkemizin genelinde çeşitli etkinlikler, toplantılar yapıldığı görülmekte ve yine bu konularda çeşitli mecralarda yayınlar yapılmaktadır. Bu tür faaliyetlerin pandemi döneminde buruk bir biçimde bile olsa sürdürülmeye çalışılması önemli ve dikkate değer bir husus. Bu yazımda konunun ardında beliren birkaç hususa dikkat çekmek istiyorum.
Malum, Anadolu’da bir söz var “El kadar unun olsa git fırıncıya ver!” diye… Yunus Emre gibi hakikaten önemli ve Türk Edebiyatında kurucu bir şahsiyetle ilgili konularda alanının en yetkin kişilerinin veya kişisinin işlerin en başında olması gerekmez mi? Yahut onların danışma mevkiinde olması konunun derinleştirilebilmesi adına elzem değil midir?
Günümüzde Yunus Emre’yle ilgili bazı yeni bulgular ortaya çıkmaya devam ediyor, muhtemelen devam edecek. En son Vatikan’da Yunus Emre Dîvânı’nın yeni bir nüshası bulundu. Yahut öteden beri bilinen bir nüsha tam erişim pek de mümkün olmadığı için yazmaların internet ortamında erişimine izin verilmesiyle yeni bulunmuş gibi takdim edildi.
Dünyanın herhangi bir yerinde Yunus Emre Divanı’nın yeni bir nüshanın erişimine izin verilmesi öncelikle güzel bir haber. Şu bir gerçek ki, Yunus Emre’yle ilgili yeni bilgiler bulunmaya, divanının yeni nüshaları ortaya çıkmaya devam edecektir. Fakat bütün bu yeni bilgilerin ve bulguların ilmî olarak değerlendirilebilmesi geçmişte bu konuda yapılan çalışmaların üzerinde ciddiyetle durulmasına ve bunlara göre hüküm verilebilmesine bağlıdır. Ben henüz bu ilmî ciddiyetten ve özellikle de kadirbilirlikten uzak olunduğunu düşünmekteyim.
Yunus Emre’yle ilgili haberlerin daha güzeli ve bence en önemlisi on yıllardır Yunus Emre üzerine titizlikle çalıştığına şahit olduğumuz, bizler rahat yataklarımızda uykunun diplerinde seyrederken gecenin geç vakitlerinde iğneyle kuyu kazar gibi eserinin üzerine titreyen, yazmalarla meşgul olan, yepyeni bilgilerle otuz yıldan fazla bir zaman önce sunduğu doktora tezinin üzerine ciddiyetle yeni bilgiler ve yorumlar ilave eden Mustafa Tatcı hocamızın bu konudaki yepyeni neşridir. Bugünlerde onun hazırladığı Yunus Emre Divanı’nın H Yayınları tarafından ciddi bir neşri yapılmış ve neticede iki bin sayfalık mükemmel bir neşir gerçekleştirilmiştir.
Mustafa Tatcı hocamız, daha önceleri sosyal medyadaki paylaşımlarında Yunus Divanı üzerine olan çalışmalarına nokta koyduğunu ve artık yeni çalışmaları genç kuşaklara bıraktığını söylemişti.
Hocanın bu sözlerini sosyal medyada okuyunca iki şeyi düşünmüştüm: Bir kişi, otuz beş yıllık bir gayretin, bir insanın tâkâtinin çok üzerinde bir azmin neticesinde bize İlâhî bir lütuf olan Yunus Emre gibi bir deryanın derinliğini duyurabilmiş ve bizlere gönülden bir ufuk göstermeyi başarmıştı. Geriye çalışmak ve bizim o irfana layık âşıkça bir hayat sürmemiz kalıyordu. Evet bu çok zor. Fakat başka bir çaremiz mi var!
Diğer bir husus ise bir bilim adamı, akademisyen artık yorulmuştu. Evet, Mustafa Tatcı artık yorgundu. Böyle bir ilim adamının gayretleri sempozyumlara bildiri konusu teşkil etmeliydi, hayatı yazılmalıydı, onun çalışmalarıyla ilgili belgeseller çekilmeliydi, Yunus’un ilahilerinin ortaya çıkması konusunda sergilenen gayretlerin sayfalar dolusu çeşitli mecralarda anlatılması gerekirdi. Böyle upuzun yıllara yayılan çalışmalar bizleri düşündürmeli, bunların üzerinde konuşmalı ve bizler bu hayatın verimlerini anlamaya çalışmalıydık. Ne yazık ki böyle olmadı, olmuyor.
Bundan birkaç sene önce TRT’de Yunus Emre-Aşkın Yolculuğu dizisi çekildi. Bu dizinin ülke genelinde ve hatta dünyada nasıl etkiler meydana getirdiği herkesin malumu… Çünkü o dizinin ardında hak erenlerin nefesi ve rızası vardı. Yani işin ehli o gayretlerin, o samimi niyetlerin ardındaydı. “Hak erenlerin nefesi” derken ne anlaşılır bilmem ama bunca ilmî semerenin, böyle büyük emeklerin, Yunus Emre üzerine bunca konuşma ve çalışmanın ardında onların nefesi olmazsa bence yine ve üzülürek söylüyorum ki, bunlardan Türkiyemizin faydasına bir şeyler ummak ve uzun soluklu verimler üretmek yine pek mümkün olamayacaktır. Hep tarihte yaşanmış ve bitmiş diye baktığımız, öyle okuduğumuz kıssalar, menkıbeler, masallar, hikâyeler ve bu aziz şahsiyetlerin hayatları ve eserleri bize her gün bir şeyler söylerken aslında oldurucu işlerin ardındaki sırra da işaret ediyorlar. Maksat da herhalde o sırra erişmektir.
O sır, o nefes, Hak erenlerin rızası olmadan o koskoca divanlardan, eserlerden, kütüphanelerimizi dolduran yazmalardan, onları transkribe edip aktarmalardan, üzerlerine yazılan incelemelerden ne yazık ki maksat hâsıl olmuyor, olamadı, olamayacak. Şuna eminim ki, bunca eser bana, sana, ona, buna, şuna ve akademik tezlere mevzu teşkil etsin diye yazılmadı! Bir derdi vardı onların, daha da önemlisi aşkı, irfanı vardı. Nihayet bunca sözün ve kelâmın ardında; onları söyleten, o eserlerde gizlenen Tapduk gönüllülerin “Söyle Yunusum söyle biz o kilidi açtık!” diyen nefeslerindeki “sır” vardı.
Hünkâr Hacı Bektaş-ı Velî sultan, buğday yerine Hazret-i Yunus’a sahi neyi teklif etmişti erenler?
Yasin ŞEN
Dörtdivan ÇPAL
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni





Tüm yazarlar için tıklayın

YAZARLAR

Tamamı