10.05.2024 09:35:08
USD (Alış - Satış) : 18.84 - 18.89 EUR (Alış - Satış) : 20.12 - 20.21
Yasin ŞEN
3 Mart 2023 Cuma

GEREDE MASALLARI

 
GEREDE MASALLARI
Dr. Yasin ŞEN
Bolu’nun Gerede ilçesi, tarihte önemli bir kültür mirasına sahip olabilmiş yerlerden birisidir. Şehrin ticaret yolları üzerinde bulunması, Gerede’nin zamanla belli başlı tasavvuf mekteplerinin merkezine hâline gelmesi, buranın şairlerin, âriflerin ve âlimlerin de yetiştiği bir memleket olması onun tarihte bir “kültür havzası” olarak öne çıkmasını sağlamıştır. Buna bağlı olarak Gerede’nin sözlü kültür birikimi bakımından da tarihte öne geçtiğini görürüz. Geredeli halk şairleri bunun en bariz bir göstergesi olarak düşünülebilir. Âşık Dertli, Geredeli Figânî, Âşık Hıfzî burada akla ilk gelenlerdir. Gerede’deki güçlü şiir geleneği biraz da sözlü kültürle beraber düşünülmelidir.
Gerede’de sözlü kültürün güçlü olduğunun bir diğer göstergesi asırlardır düzenlenen sohbet toplantılarıdır. Gerede’nin sohbet kültürü, hassaten Ferfene de işaret etmektedir ki, uzun ve soğuk kış gecelerinde bir araya gelen insanlar bu güçlü geleneği yüzyıllar boyunca yaşatmışlardır. Zengin oyun repertuvarı Ferfene’nin asırlara yayılan zengin bir birikiminin sonucudur. Bunların derlenip kaydedilmesi elzemdir.
Gerede’nin sözlü geleneğinin güçlü olduğunu gösteren hususlardan birisi de sözlü edebiyat mahsulleridir. Masal, ninni, bilmece, tekerleme, mani, anonim şiirler, atasözü, deyim ve mahalli kelimeler bakımından Gerede’nin bir zamanlar çok zengin bir yer olduğu anlaşılıyor.
Biz ilçenin bilmece kültürü üzerine bir derlemeyi yayına hazırlamış durumdayız. Kısmet olursa bu çalışma yakın zamanlarda yayınlanır. Dört yıldan beri ilçede yaptığımız derleme faaliyetleri göstermektedir ki, sözlü ürünler giderek unutulmaktadır. Kaybolmanın önüne geçmek için derleme faaliyetlerinin yoğun bir şekilde devam etmesi gerekmektedir. Biz bu bilinçle Gerede’deki kültür derlemelerine devam etmekteyiz.
Bu düşüncelerle ilçede derlediğimiz iki masalı burada bu yazı içinde verip kayıtlara girmesini istedik. Bir zamanlar masal zenginliğinin olduğunu düşündüğümüz Gerede, bu zenginliğini ne yazık ki günümüzde kaybetmeye başlamıştır. Biz derlenen iki masalı buraya kaydederek bunun karınca kararınca önüne geçmeye çalıştık.
(İlk masal öğrencim Gerede Anadolu Lisesi’nden öğrencim Azra Kübra Bilke tarafından babaannesi Fatma Bilke’den derlenmiştir. İkinci masal ise Gerede Anadolu Lisesi TDE öğretmenlerinden Sabahattin Çelik’ten tarafımdan derlenmiştir.)
 
İKİ KARDEŞİN MASALI
Bir varmış, bir yokmuş. Vakti zamanında fakir bir adamın üç kızı varmış. Eskiden padişah kapı kapı gezermiş, eş ararmış kendine. Fakir adam kızlarına söylemiş. Büyük kız da heyecandan “Ah beni padişah alsa çeşit çeşit yemekler yaparım, her işini görürüm” demiş. Ortanca kız da ablasına inat “Ah beni padişah alsa türlü türlü halılar, yelekler, kıyafetler örerim” demiş. Küçük kız da ablalarına uymadan kendi âlemine göre “Bir selvi boylu oğlan ile sırma saçlı bir kız çocuğu dünyaya getiririm” dermiş.
Padişah gelmiş, büyük kızı almış. Almış ama ne yemek yapan var ne de iş tutan var. Kızı vermiş. Ortanca kızı almış. Almış ama ne yine ne halı dokuyan var ne de yelek. Bu sefer küçük kızı almış. Küçük kız bir gün hamile kalmış. Ablaları kardeşlerini kıskanmışlar. “İki yavru köpek bulup doğum sırasında koyarız” demişler. Doğum vakti gelmiş. Dedikleri gibi de yapmışlar. İki yavru köpeği koyup padişaha demişler. Padişah da “Benim gözüm görmesin. Filan köyde beline kadar gömün. Gelip geçen taş atsın” demiş. Kardeşleri de köye götürüp belinden aşağı gömmüşler. Gitmeden de iki taş atmışlar. Hanımı gören de taş atıp tükürüyormuş. Bebekleri “N’apsak, n’apsak?” demişler. Bir sandığa koyup göle salıvermişler. Kız da oğlan da çok tatlıymış. İçleri acımış ama bir yandan da mutlularmış.
Bir gölün kenarında küçük bir kulübede bir neneyle bir dede yaşıyormuş. Sandığı suyun içine dalıp çıkarken görmüşler. Nende dedeye bakarak “Belki de aradığımız şey bunun içindedir” diyerek sandığı almışlar. Onların da hiç çocuğu yokmuş. Sandığı açınca oğlanla kızı görmüşler ve çok mutlu olmuşlar. Bebekleri alıp büyütmek istemişler.
Dedeyle ninenin bir atıyla bir ineği varmış. Çocukları ineğin sütüyle büyütmüşler. Oğlanla kız 15-16 yaşlarına gelince nine ve dede ölmüş. Oğlan da ormanda geyik avlar, onu kardeşiyle beraber yerlermiş. Teyzeleri bunları görmüş. Kardeşi ava gittikten sonra kızın yanına gitmiş. “Kızım sen burada tek başına sıkılmıyor musun? Filan yerde bir ağaç varmış. Kardeşsine söyle, dalını kesip bahçenize diksin. Şakır şakır öter sana. Canın hiç sıkılmaz” deyip gitmiş. Kardeşi avdan geldikten sonra kız ona durumu söylemiş. Oğlan da “Sen yeter ki iste, hemen getiririm” demiş. Atına binmiş, çıkmış yollara. Yolda da bir cadıya denk gelmiş. Oğlan selam vermiş. “Selamun aleyküm analık!” demiş. Cadı da “Aleyküm selam evlatlık. Ne ararsın buralarda? Niye geldin?” demiş. Oğlan da “Buralarda bir ağaç varmış. Onun dalını almaya geldim.” Demiş. Cadı şaşırmış. “Onu almaya giden geri dönmez.” Deyince oğlan hemen sözünü kesmiş. “Ben onu almadan gitmem. Kardeşim için almam gerek!” demiş. Cadı da söylemek zorunda kalmış. “Oğlum bak şimdi, yol boyu buradan git, karşına çıkar. Atın üstündeyken kes dalı. Sonra arkana bakmadan gel tekrar buraya” demiş. Oğlan da dalı atın üstünde kesip arkasına bakmadan cadının yanına gelmiş. Cadı oğlanı görünce şaşırmış. “Hadi artık geldiğin yerden geri evine git. Eğer buraya tekrar gelirsen bin okka getir” demiş. Oğlan geldiği gibi evine gitmiş. Kardeşiyle birlikte dalı bahçelerine dikmişler. Dal şakır şakır ötüyormuş. Kızı canı sıkılmıyormuş artık.
Aradan zaman geçmiş. Bu sefer kızın ziyaretine öbür teyzesi gitmiş. Kız onları tanımıyormuş. Gelmiş teyzesi evine, başlamış konuşmaya. “Ah kızım ben sana bu bitkiyi demedim ki. Filan yerde Akgül kızı varmış. Kardeşin gelince söyle onu da getirsin sana” demiş. Kardeşi avdan gelince heyecanlı bir şekilde hemen söze atlamış kız. “Kardeşim ben sana yanlış demişim. Filan yerde Akgül kızı varmış. Onu da getirir misin?” deyince kardeşi “Tamam kardeşim onu da getiririm sana” deyince kız çok mutlu olmuş. Oğlan gitmeden, cadı ile karşılaşırım diye bin okka almış. Atına yüklemiş. Çıkmış yola.
Cadının olduğu kulübeye gitmiş. Tıklamış kapıyı. “Analık ben geldim. Bak bin okka getirdim sana” demiş. Cadı kapıyı açmış. “Hoş geldin evlatlık, hoş geldin. Bin okkamı getirmişsin. Sağ olasın, sağ olasın” demiş. Devam etmiş. “Niye geldin buraya yine ne oldu?” deyince oğlan hemen lafa girmiş. “Filan yerde Akgül kızı varmış. Kardeşim onu da getirmemi istedi. Onu almaya gidiyorum. Ben yokken canı sıkılmasın” demiş. Cadı endişeli bir şekilde cevap vermiş. “Oraya gitme oğlum, taş olursun orada!” deyince oğlan da “Benim gitmem gerek ama kardeşim çok istiyor onu!” demiş. “O zaman bu yoldan devam et. Dümdüz git. Yoluna bir bahçe çıkacak. Atın üstünden ayrılmadan üç kez Akgül kızı diyerek bağır. Çıkarsa belinden tut al!” demiş cadı. Oğlan dümdüz gitmiş, bahçeyi bulmuş. Üç kere “Akgül kızı, Akgül kızı, Akgül kızı!” demiş. Ama Akgül kızı çıkmamış. Oğlan taş olmuş. Atı da etrafa bakınarak kişneye kişneye geldikleri yoldan evlerine doğru gitmiş. At eve gelince kız evden çıkmış ama bir bakmış ki kardeşi yok. Sadece atı gelmiş. Bir şey olduğunu anlayıp ata binerek yola koyulmuş. At cadının evinin orada durmuş. Kız attan inerek kapıyı çalmış. Cadı açmış kapıyı “Hoş geldin kızım, ne istersin?” diye sormuş. Kız nefes nefese “Kardeşim Akgül kızı için gitti ama geri gelmedi. Sen bilirsin belki nerede olduğunu” deyince cadı panik bir şekilde “Kardeşin geldi. Gitme dedim ama gitti. Onu bulmak istiyorsa dümdüz git bu yoldan. Karşına bir bahçe çıkar. Üç kez Akgül kızı diye bağır. Çıkarsa belinden tut yakala” demiş. Kız yola koyulmuş. Dümdüz gitmiş. Bahçeyi bulmuş. Üç kez Akgül kızı diye bağırmış. Akgül kızı çıkmış. Kız da hemen onun belinden tutmuş. “Kardeşim seni bulmak için geldi ama geri gelmedi” demiş. Akgül kızı da “Taşa dönüşmüş onu bul” demiş. Kız kokusundan kardeşini bulmuş. 99 kişi varmış taşa dönüşen. Kardeşiyle birlikte 100 kişi olmuş. Kız, kardeşini göstermiş. “Bu benim kardeşim” demiş. Akgül kızı canlandırmış. Canlandırmış canlandırmasına ama anında oğlana âşık olmuş. Kız demiş: “Hadi artık eve gidelim” der demez Akgül kızı “Ben de geleyim sizinle. Denizin kenarında evim var. Bir tarafta ben bir tarafta siz, öbür tarafa da atı bağlayıp beraber yaşayalım” demiş. Tutmuşlar, hep birlikte gitmişler. Akgül kızı ile oğlan da evlenmişler.
Akgül kızı onların annelerinin sağ olduğunu biliyormuş. Söylemiş onlara. Kızın gözleri dolmuş. Hep birlikte saraya gitmişler. Anneleri için de hediyeler almışlar. Akgül kızı padişahın karşısına çıkmış. “Padişahım ben sizin gelininizim. Bu oğlunuz, bu da güzeller güzeli kızınız. Teyzeleri oyun oynadılar, sizi kandırdılar” demiş. Padişah hemen teyzelerini çağırttırmış. Teyzeleri suçlarını kabul etmiş. Padişah emir vermiş. Annelerini topraktan çıkarıp temizlemişler. Anneleri de çocuklarını kokularından tanımış. Padişah teyzelerine sormuş “Kork katır mı istersiniz, kırk satır mı?” Teyzeleri de “Kırk satırı n’apalım? Kırk katıra biner gideriz” demişler. Padişah da gülerek emir vermiş: “Bunların saçlarını kırk katıra bağlayıp salın çabuk!” demiş. Kırk katıra bağlamışlar, kamçıyı vurup tıngır mıngır gitmişler. Bundan sonra kırk gün kırk gece düğün yapmışlar. Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine. (Bu masal Gerede Anadolu Lisesi öğrencilerinden Azra Kübra Bilke tarafından Fatma Bilke’den derlenmiştir.)
 
PADİŞAHIN KIZI ile CİĞERCİ
Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde bir padişah yaşarmış. Padişahın bir kızı olmuş. Aradan yıllar geçmiş. Kız evlilik çağına gelmiş. Padişah da kızının evlenmesini, mutlu mesut bir yuva kurmasını istermiş.
Bir gün padişahın aklına bir fikir gelmiş. Bir kavanozun içine bir bit koymuş. Kavanozu da sarayın en üst balkonuna koymuş. “Bu kavanozun içindeki biti kim görürse kızımı ona vereceğim.” demiş. Aslında padişah kızın tek çocuğu olması sebebiyle bir yandan da kızının evlenmesini istemiyormuş. Bu nedenle böyle bir yol izlemiş.
Aradan uzun zaman geçmiş. Kavanozdaki biti kimse görmemiş. Artık kız da evlenmek istiyormuş. Bir gün sarayın önünden geçen genç ve yakışıklı bir delikanlı görmüş. O kişiyi evlenebileceği biri olarak görmüş ve kısa bir not yazmaya karar vermiş. Notta kavanozun içinde bit olduğu ve bunu babasına söylemesi durumunda kendisini ona vereceğini yazmış. Kâğıdı balkondan gencin önüne atmış. Fakat rüzgârın da etkisiyle kâğıt savrulmuş ve gencin önüne düşmemiş. Genç yoluna devam etmiş gitmiş. Daha sonra orta yaşlı, kambur bir adam oradan geçerken kâğıdı görmüş ve okumuş. Padişahın yanına çıkıp kavanozda bit olduğunu ve kızı kendisine vermesini istemiş. Padişah bu adama kızını vermek istemese de söz verdiği için kızını vermek zorunda kalmış. Kırk gün, kırk gece düğün dernek kurulmuş ve kız adamla evlenmiş.
Orta yaşlı kambur adamın kırk odalı bir konağı varmış. Padişahın kızına konaktaki otuz dokuz odaya rahatça girip çıkabileceğini ama bunlardan birisine girmemesi gerektiğini söylemiş. Zaman geçtikçe padişahın kızını bir merak sarmış. “Odada ne var da görmemi istemiyor?” diye düşündükçe kızın içi içini yiyormuş.
Orta yaşlı kambur adam gece yarısı evden çıkar ve sabah namazı vakti dönermiş. Yine bir gün orta yaşlı kambur adamın evden çıkmadan gözetleyip odanın anahtarını nereye sakladığını görmüş. Adam gece yarısı kırk odalı konaktan çıktıktan sonra kız, anahtarı adamın sakladığı yerden almış ve odayı açmış. İçeri girdiğinde elindeki kandilin odayı aydınlatmasıyla beraber bir çığlık atıp bayılmış. Aradan biraz zaman geçtikten sonra kız kendine gelmiş. Korkmuş bir hâlde titreye titreye odadan çıkmış, kapıyı kilitlemiş ve anahtarı aldığı yere bırakmış.
Sabaha karşı orta yaşlı kambur adam konağa geri dönmüş. Elindeki çuvalı gizli odaya bırakmak için anahtarı sakladığı yerden aldığında kadının odaya girdiğini anlamış. Anahtarda kan pıhtısı bulaşmış. Bu da kadının odaya girdiğini anlamasına neden olmuş. Meğerse adam orta yaşlı adam her gece yarısı evden çıkıp yeni gömülen mezarları açar, ölülerin ciğerlerini alır, geri gelirmiş.
Sırrının ortaya çıktığını anlayan Ciğerci kadını öldürme kararı almış ve kadını yanına çağırmış. O sırada sabah ezanları okunmaya başlamış. Kadına girmemesi gereken odaya girdiğini, asırlardır süregelen aile sırrının ortaya çıktığını ve bunun sonucunda sırrın korunması için kendisini öldüreceğini söylemiş. Öldürüleceğini anlayan kadın bundan nasıl kurtulabileceğini düşünmüş, kısa bir süre içinde aklına gelen planı uygulamaya karar vermiş. Sabah ezanlarının okunduğunu, kendisini öldürmeden önce iki rekât namaz kılmak istediğini söylemiş. Kadının bu istediğini Ciğerci kabul etmiş. Abdest almaya giden padişahın kızı orada bulunan küçük camdan kaçmak için atladığı sırada Ciğerci yetişip kadının saçlarından tutmuş. Bir tutam saçı kopan kadın adamın elinden kurtularak alacakaranlıkta kaçmaya başlamış. Ciğerci de onun peşine düşmüş.
Artık ciğercinin yeni bir avı varmış. Uzun süren kovalamacanın sonunda kadın bir kervan görmüş. Tüccarların yanına vardığında durumu anlatmış. Ciğerci’nin peşinde olduğunu, kendisini öldüreceğini ve bu nedenle kendisini saklamalarını istemiş. Kervancılar padişahın kızını bir halıya sarmışlar. Onu diğer halıların arasında gizlemişler. Belli bir süre sonra Ciğerci kervanı görmüş ve tüccarların yanına gelmiş. Bir kadın aradığını, kadının kendisinden bal çaldığını bu nedenle onu bulmaya çalıştığını anlatmış. Durumu önceden bilen kervancılar Ciğerci’ye inanmış gibi davranıp kadını görmediklerini söylemişler. Fakat Ciğerci kervancıların davranışlarından şüphelenmiş ve kervanı aramaya başlamış. Halıların bulunduğu arabaya geldiğinde hançerini çıkartıp halılara saplamaya başlamış. Allah’ın yardımıyla kadın bu hançer darbelerinden kurtulmuş.
Kervancılar kırk gün kırk gece yol aldıktan sonra konakladıkları bir köyde padişahın kızını bırakmışlar. Padişahın kızını kocasını savaşta kaybeden yaşlı bir kadın yanına almış ve birlikte yaşamaya başlamışlar. Belli bir zaman geçtikten sonra padişahın kızı köyden bir gençle evlenmiş. Mutlu ve mesut bir şekilde yaşamaya başlamışlar. O kadar mutluymuş ki, daha önce yaşadığı bütün olayları unutmuş. Ancak Ciğerci onu unutmamış.
Ciğerci her yerde padişahın kızını arıyormuş. En sonunda padişahın kızının yaşadığı köyü bulmuş. Bir gece yarısı mezarlıktan aldığı ölü toprağıyla beraber kadının yaşadığı eve gelmiş. Ölü toprağını evde yaşayanların üzerine serpmiş ve böylece evdekiler derin bir uykuya dalmış. Sonra padişahın kızının yanına gelip onu uyandırmış. Onun kendisiyle gelmesini, gelmediği takdirde bütün sevdiklerini öldüreceğini söylemiş. Padişahın kızı bu duruma razı olmuş. Ama zeki biri olduğundan bundan kurtulabileceği bir plan düşünmüş. Avluda on taneye yakın köpek olduğunu, bu köpeklerin Ciğerci’nin ayak seslerini tanıyabileceğini ve havlayacaklarını, bu seslere köylülerin uyanabileceğini Ciğerci’ye söylemiş. Ciğerci’nin ayak seslerinin duyulmaması için kendisinin omzuna çıkmasını söylemiş. Bu durum Ciğerci’ye mantıklı gelmiş ve padişahın kızının omuzlarının üzerine çıkmış. Çıkınca padişahın kızı Ciğerci’yi ikinci katın merdivenlerden aşağı yuvarlamış. Köpekler gürültüyü duyunca sese yönelmişler ve Ciğerci’yi orada parçalamışlar. Padişahın kızı daha sonra üzerine ölü toprağı atılan aile fertlerini tek tek uyandırmış ve onlara olanları anlatmış. Bundan sonra padişahın kızı ve ailesi bir ömür boyu mutlu mesut yaşamışlar. [Gerede Anadolu Lisesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni Sebahattin Çelik’ten (Gerede-Göynükören Köyü) Yasin Şen tarafından derlenmiştir.]






Tüm yazarlar için tıklayın

YAZARLAR

Tamamı